5 Şubat 2012 Pazar

AŞK VE İNSAN DOĞASI

Ben, insan doğasının tarih, dönem, din, adet, gelenk ve görenek tanıdığını hiç düşünmem. İnsanın daha doğrusu kadın ve erkeğin olduğu her yerde bu üç kavram iç içe geçmiştir. Bastırılmışlıklar, bazı zamanlarda dinlerin insanlar üzerindeki güç gösterileri, birilerine gore ayıplar sanki genel geçer kurallar oluşturur dönemlere gore..
Ama evler, kapalı kapılar, gizli odalar, hayatlar içinde ezelden bugune aynı süreç hakimdir, aşk, sex ve izdivaç iç içedir ve sadece bunlara ait konulardır. Doğası gereği birbirinden ayrılamaz. Tarihin ve dönemlerin dinlerin görünüşte etkisi olsa da bence hikayelere destanlara ve mitlere baktığımızda o kadar da geçerli etkileri yoktur diye düşünürüm... İnsan ve yaşanmışlıklar aslında bu yazıdaki gibi tam yaşanamamışlıkarın üzerinde entrikalar, kıskançlık, doymazlık, açlık, ihtiras, şehvet, sahip olma arzusu, bıkma, daha fazla daha fazla isteme, yetmezlik, mutsuzluk ve mutluk seçimleri vardır.

Venedik sokakları şahittir buna… Masalsı ama gerçektir.. Venedik maskelerinin nedeni vardır; istedikleri hayatı yaşamak istenilen insanların yasaklara rağmen yaşama eğiliminin başkaldırısıdır. Maskeli de olsa yaşamayı göze alırlar..

Yunan mitolojisinde Zeusla başlar aşk-sex ve izdivaçın ıc ıce gecısi çok nettir. .

Zeus, eski Yunan mitolojisinde tanrıların kralı, en güçlü ve önemli tanrıdır. Tanrıça Hera'nın kocasıdır.
Çapkınlığı ile biliriz Zeus’u. İstediği her şeyin şekline girebilen Zeus'un Leda için kuğu, Europa için boğa oluşu kudretine en iyi örnektir. Ölümlü ölümsüz herkese aşık olabilen tanrıların tanrısı Zeus'un gözdesi Ganimedes adlı bir çobandır. Çapkınlığı yüzünden eşi Hera tarafından sürekli takip ettirilmektedir.

En ilginçi ise sizlerle paylaşmak istediğim hikaye; Afrodit’indir. (Wikipedia) ;Afrodit, Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası. Roma mitolojisindeki ismi Venüs'tür.
Afrodit'in doğumu üzerine iki efsane vardır. Homeros tanrıçanın Zeus ile Okenos kızı Dione'den doğduğunu söylerken, Hesiodos Theogonia’da bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Kronos, kral babası Uranüs'ü devirirken, bir orakla babasının cinsel organı keser. Kesilen organ denize düşer ve oluşan köpüklerden Afrodit doğar
Aphrodite altın sıfatıyla çoğu yerde karşımıza çıkar. Tanrıça için çoğunlukla kulanılan sıfatlar işveli, cilveli ve gönül alıcıdır. Sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen tanrıça, çoğu yerde oğlu Eros ile görünmektedir. Ancak Eros Hesiodos’a göre oğlu değildir ve Afrodit'in alayına daha sonra katılmıştır.

Destana göre, Yunan Deniz Tanrısı Peneus'un kızı Dafni'ye, Apollon aşık olmuştur. Dafni'ye umutsuzca aşık olmasının nedeni, aşk tanrısı Eros'un oklarından birine hedef olmasıdır.
Apollon aslında çok iyi bir okçudur ve kendiyle övünmeyi çok sever. Birgün kendisi gibi iyi bir okçu olan Afrodit'in oğlu genç Eros ile karşılaşır ve onun okçuluk kabiliyeti ile ilgili alaycı sözler söyler. Buna karşılık, Eros öç almak ister ve iki ok hazırlar. Biri altın suyuna batırılmıştır ve saplandığı kişiye tutku ve sonsuz aşk verecektir. Diğer ok ise saplandığı kişiyi aşk ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Altın ok Apollon'un kalbine saplanır ve Dafni'ye umutsuzca aşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Dafni'nin kalbine saplanmıştır. Dafni, Apollon'dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder.
Bir gün Dafni yine kaçarken Apollon'a yakalanır ve babası Yunan Deniz Tanrısı Peneus'dan yardım ister. Peneus, Dafni'yi Defne ağacına dönüştürür ve Dafni sonsuza dek Defne ağacı olarak kalır.
Bunlar hoş hikayeler bence; okuması zevkli bir an için insan kendini Venüs – Zeus – Eros zannedince hoşuna da gitmiyor değil.. Burdaki engeller; işte o insani duygulardır, diğer dış faktörler değildir yine..

Osmanlı’da da bence böyledir. Padisahlar ve Sultanlar arasında bilumum aşk hikayeleri vardır, diğer ikisi de mevcuttur. Ozanların yazdıkları, halk türküleri de bir nevi saray dışında yaşayan toplumun yaşadıklarını anlatır. Destanlar, hikayeler, masallar işte hep aynı..

Kapılar kapanınca yaşananlar ve yaşanamayanlar insanoğluna ait gerçeklerdir, engeli yoktur insanın kendisinden başka…

Osho'dan da bahsetmek gerek burada; O’na göre hiçbir engel yoktur, insan zihni ve egosundan başka, gerisi yalan... Ki bu çok derin bir mevzu, insanoğlunun asla çözemediği, işin içinden çıkamadığı bir konudur, özünde çok doğrudur, her durum özgürdür, herkes özgürdür, ego yoksa ve zihin yaratmazsa, sorun yoktur ki zaten, herkes koşulsuz mutluluk için oynar bu dünyada..

Yazının son bölümüne ise tam destek veririm bu noktada .. Günümüzün temel sorun ise insanların kavuşamaması, kalbini açamaması, mutsuzluk üzerine seçimler yapmasıdır. Ya da malum olan o insani duygular.. Aşk&sevgi ve evlilik, güçlü ve mutlu cinsel birliktelik üçgenini harcamaları, bastırmaları veya görmezden gelmeleri..

Aşk duyguların birleşmesi ve kavuşmasıdır, sex bedenin birleşmesi ve fiziksel haz yaşanması, evlilik ise hayatların& paylaşımların birleşmesidir.
Üçü olmadan hiçbiri sağlıklı olamaz. Hepsi bence birbirini destekler.

Evli çiftler vardır görürüz sağda solda , restaurantlarda, cafelerde hiç konuşmazlar, susarlar, aşk yoktur, paylaşımları yoktur, alışkanlık nedeni ile biraradadırlar, odalar ayrıdır, ki evlililiğin yüzde 80’nin düzenli sex hayatolduğunu ve bunun sevgiyi saygıyı ayakta tuttuğunu düşünenlerin sayısı az değildir günümüzde... Hiçbiri tam değildir. Kendileri eksik kalır sonunda.. Evlenince flört etmeyi unuturlar, sadece belki çocukları için yaşamaya başlarlar, içlerindeki coşku ateşini söndürürler..Sevgilileri ile evli değillerdir alışkanlıkları ile evlidirler artık.

Belki bu grubun bir umudu vardır, bir kurtuluşları vardır, başlarına taş düşer tabuları yıkar ve hayatlarının direksiyonuna kendileri geçer bir gün belli mi olur. Ya noktalayıp mutlu olmayı seçerler, cesur davranırlar, ya da kafa yapısını değiştirip içindeyken mutlu olmayı seçerler hayata dışardan bakmazlar...

Asıl en umutsuz olanları doyumsuzlardır; işte diğer gruptur; mutlu olmayı kendileri için seçemeyenler vardır.. Ordan oraya konar dururlar, denerler, evlenmek bile isterler, hayat paylaşmak isterler, bir gün aşk da yetmez heyecan da yetmez onlara. Yaşamaya ve denemeye cesaretleri yoktur. Bazı şeyler yaşamayı kabulle başlar, mutluluğu seçmekle başlar.. Kalbini, bedenini paylaşmaya açmakla başlar aslında budur dediği kişiye.. Sonu yoktur zaten diğer gidişatın.. Hayatını tek kişiyle paylaşmak ürkütür o ıssız dediğimiz bugun sayısı çok olan o adamlar ve yaralarının tekrar kaşınmasından korkan, aynı hayal kırıklıklarını yaşamaya göze almayıp cesur olmayan ve coşkusuz kadınlar basmıştır etrafımızı. Bütün duygusal-cinsel yönlerini bastırırlar içten içe, kimseyi de üzmezler diğer gruptakiler kadar... Karşılarındakiler bir şekilde mutlu olmayı seçenlerle yola devam eder, insanoğlu unutur.. Unutmak da doğası gereğidir.. Kalan yalnız kaldığı ile kalır...

En çok eskiden kalma aşkları severim ben; tarihte hangi yerde sıkışmış bilemem ama çoktur aslında örneği, anneanneler&dedeler gibi mesela; aşık olup evlenirler, ama birbirlerini eşleri iflas etti diye bırakmazlar, ya da eşim benle ilgilenmiyor diye vazgeçmezler, hayata birlikte göğüs germeleri gerektiği öğretilmiştir onlara, sadece heyecan bitti diye hiç bırakmazlar, savaşa giden eş 2 yıl beklenir mesela, dedeler de anneanneleri evdeki kraliçe görürler, onlar için ayıp günah da yoktur, odalarını ayırmazlar, kolay kolay vazgeçmezler birbirlerinden çünkü kolay elde etmemişlerdir birbirlerini.. Ya da aşık oldu hemen evlendi diye hevesi de kaçmaz mesela, kolay elde etmekle değeri yitirilmez, yaşadıkça ve paylaştıkça değerleri artar gözlerinde, çünkü doymayı bilirler, sevmeyi bilirler, tüketmezler kolay kolay bence, çocuklar doğdu diye onlar eşlerini de unutmaz.. Herşeyleri tam, mutlaka sorunlar yaşamışlardır, ama yolun sonunda biri ölürken öbürünün kolunda ölür diğeri.. Ya da biri erken gitti diye diğeri de çok yaşamaz zaten... Aşka –sex'e- izdivaça ki izdivaç onlara ait bir sözdür zaten baştan gönüllüdür onlar.. Geriye kalanlar ise; o zamanın Berduşları yani bugünün kibarca deyimi olan; şimdiki ıssız adam ve korkak hisleri alınmış mantıklı kadınlar topluluğu...

Hiç yorum yok: