5 Şubat 2012 Pazar

İSTANBUL'DA DENİZE GİRMEK

Bazen insan bazı insanlardan hiç vazgeçemiyor...

İstanbul'da denize girmekten vazgeçmedim, seni sevmekten hiç vazgeçmediğim gibi..

Çok güzeldi, berraktı, tertemizdi ve iyot kokuluydu, ne tuzluydu ne tatlı.. Tıpkı senin gibi ne acıtırdı içimi, ne yakardı tenimi, ne de çok tat verirdi insana. Hem yeşildi hem mavi. Tıpkı senin gibi; tüm gerçekler ondaydı, maskesizdi, özü ve ruhu saydam, gün ağardığında mavi göğün yüceliğini içine alırdı, güneş tepeden kaçtımı, geceye dönmeden yeşil olurdu ağaçlar gibi, içime orman kokusu salardı hani babaların bir parfümü vardı biz küçükken kozalak gibi orman görünümlü, huzur ve baba kokusu, bazen onu hatırlatırdı. Gece oldumu da lacivert. Lacivert senin rengindi zaten, sana en çok o yakışırdı. Soğuk ama candan, mesafeli ama içten, sert ama derin, bakışların gibi delici, gözün en çakır hali. Gözlerin lacivert değildi, erkek gibi kahverengiydi işte, ama sen laciverttin. Siyah gibi serseri değil, gri gibi ruhsuz değil, mor gibi yanardöner değil. İstanbul'un lacivert akşamları işte...



Bazı zamanlar koca boğaz göl gibi olur, içinde ben bir balık gibi gezinirdim dünyadan bihaber, bazı zamanlar dalgalanır kayalara çarpar ve fırlar sular havaya, sonra geri çekilirlerdi sen gibi, çekilip giderken kumda kırık kırık kabuklar bırakırdı ben gibi. Dalgaların çarptığında bana, kalpciklerim içimde kırılır, dökülür, saçılır, sen geri dönerdin kendi haline kendi koyuna, sakinleşirdin sonra yavaş yavaş birlikte toplardık kalbimin kırıklarını tabi ne kadar toplanabiliyorsa artık. Herbir savruluşumda birşey kopardı bedenimden sanki, eksiksiz toparlamışsındır sana göre. Her toparlanışta benden birşey gitmiştir aslında ben bile anlamamışımdır gidenlerimi... Şimdi her beceremeyişimde anlıyorum kaybettiklerimi her kadın gibi.

Hesapta; dalgalanmıştın durulmuştun, ille de bendim, son da ben olmalıydım..

Çok uzaklara gitmeye gerek kalmazdı, sen Boğaziçiydin ya; tatillere, okyanuslara Ege'ye, Güney'e gitmeye gerek yoktu, evimin yuvamın dibiydin sen. Çok yakındın, her gün görmeye doyamazdım, Kandilli'den bakılan manzaraydın, benimdin..

Zamanla sen de kirlendin, iyot kokusu kirli yosun kokusuna dönüştü, artık ne mavi ne yeşil, kara ve dalgalı sadece, dibine baksalar artık kimse birşey göremez... Ama ben bilirim; bir parça alsam seni, saydamlığını görürüm hemen. Kalbine dokundummu , gözlerine diktimmi bal gözlerimi, çakırın en derinini görürüm aslında, hâlâ aynı.. Bir insanın ciğerini bilmek böyle birşey işte. Başka hiçbirşeyi bilmeye benzemez şu dünyada... Sonradan gelenler, benim bildiklerimin üstünden birşeyler bilmeye çalışırlar, belki de benim senden götürdüklerim, sende bozduklarım, sana verdiklerimin, seni adam edişlerimin üzerinden bildiklerini sanırlar aslında..

Zaman, insanlar, beklentiler, yapamayışlar, kilitler, gelemeyişler, cesaret, heves, hırs en önemlisi ben böyle yapmışım seni, çok az sen senden sorumlusun. Geriye kalanın özün zaten, onu da biz biliriz, tek benim bildiğimi de yine sen bilirsin. İnsani şeyler hepsi, kimse direnemez zaten bunlara, bilirim ben de direnemeyişini...

O yüzden nerde güzel bir sahil görsem, girme İstanbul'da denize deseler, girer yüzerim, suyu çarpa çarpa yüzüme, koklarım suyu sanki seni koklarım, her seferinde baldan bir damla ben bırakırım İstanbul'a..

2008
NS

Hiç yorum yok: